13 Eylül 2010 Pazartesi

Bodrum Notları vol.2: Bursa dışında bebeklik arkadaşlarınla içersen?



Gündüz güzel bir deniz keyfinin üzerine akşam nereye gitsek ne yapsak derken, bebeklik arkadaşlarımın Bodrum’da çalıştıklarını öğrenmemle, merkezde onlarla buluşmaya karar verdik. Bodrum’un pahalılığıyla nasıl başa çıkabileceğimizi kara kara düşünürken, yemekleri 3 öğünden 2 hatta son günlerde alkole para yetmeyecek kaygısıyla tek öğüne indirmekten başka bir çare bulamadık. Deniz dönüşü odada geçen birkaç saatin ardından merkeze inerek Bulut’la buluştuk. Önce ucuzu yollu bir şeyler içip, sonrasında müzik dinleyebileceğimiz bir yere geçmeye karar verdik. Barlar sokağında kendimize 3 kişilik bir masa bulup iğrenç tekilaları ve biraları her yerden gelen bangır bangır müzikle içtikten sonra kendimizi sokaktan dışarı attığımızda alkolden değil de müzik sesinden başım dönüyordu. Merkezi bir ucundan diğer ucuna kadar yürüyüp Bora Uzer denen şahsın çıkacağı Mavi adlı mekana geldiğimizde “giriş ücreti yok, ilk içtiğiniz içki 25 lira ve bahçemiz dolu” cümlelerinin ard arda sıralanmasından sonra tam barın karşısında insanların ellerinde biralarla takıldığı alana doğru ilerleyip kendimize oturacak bir yer bulduk. Bakkaldan aldığımız 2 liralık biralarla Bora Uzer’in müziği uzaktan çok daha keyifliydi. Sanırım en çok eğlendiğim dakikalar İrem’le çektiğimiz en eğlenceli fotoğraflar da buraya aitti. Hem muhabbet edip hem içip hem caza doyduktan sonra aramıza Yağmur’un da katılmasıyla yer değiştirmeye karar verdik. Bodrum’da rock müzik dinleyebileceğimiz tek mekan olduğunu düşündüğüm Kule’ye geçtik. İçeride adım atmak dahi zordur, kaldı ki çok da adım atacak hal kalmamıştı hiçbirimizde. Kule’de bir süre olduğumuz yerde zıplayıp birkaç bira daha tükettikten sonra son servise yetişmeden bir şeyler yiyebilmek için Kule’yi de terk-i diyar eyledik. Yolda yürürken her zaman ki sarhoşluk halimin üstüne eklenen açlık ve gülme halleri Burger King’e kadar devam etti. Yolda tüm şımarıklıklarıma katlanan Bulut, çözülen ayakkabılarımı bile bağladıktan sonra sanırım daha fazla dayanamayacaklarını anladılar ve Pazar görüşmek üzere kaçtılar. Kaldı ki Pazar günü bile görüşmedik bu kaçış öyle bir kaçıştı. Mutsuz muyum? Sanmıyorum, eğlendim, güldüm ve hiç kimseyi bir şeyler için zorlamadığımı düşünmekteyim. İrem’le minibüse bindiğimizde yemeğin verdiği ayılma hissiyle biraz daha ciddi bir görünmün altına saklanmıştık ki, yanımıza binen 2 gencin konuşmalarını duymamak imkansız olduğu için gülmeye başladık.

- Borum’da en çok neyi seviyorum biliyor musun Ali?
- ??
- Gece eve dönerken yüzüme camdan çarpan şu rüzgarı. Aaah ah.

Okuduğunuzda çok da komik gelmemiş olabilir ama arkadaşıyla tatile gelmiş en fazla 18-19 yaşında bir adamın iç çekerek söylediği bu cümleler bizi yaklaşık 20 dakika güldürdü sanırım. Zaman konusunda kargaşa yaşıyorum aslında biraz malum, alkol insanın saatle olan ilişiğini kesiyor bir zaman sonra.
Eve döndüğümüzde bir önceki gece gibi yatak sohbeti yapacak hal yoktu. Hatta eminim odaya girilen ilk 3 dakikadan sonra çıkan tek ses horlama sesleriydi.

7 Eylül 2010 Salı

Bodrum notları vol.1: Gümbette alman ve öğretmen sanılmak

Aslında dakika bir gol birle başlamak isterim.

Annemin "kendine dikkat et"li binlerce cümlesine "anne ilk defa mı bir yere gidiyorum" tepkilerimin üstüne, uçaktan inip otobüse binerken bavulu yere düşürmemle beraber elimde oluşan morlukla başladı güzel tatilimiz. Uzun zamandır görüşmemenin verdiği sohbetlerle torba yol ayrımında havaştan çantalarımızla indik. Karanlık yol ayrımında taksi durağına yaklaştığımızda, taksiye bineceğimizi sananlar, minibüse nereden bineceğimizi sorarken sinirlenip "burdan zor binersiniz yürüyün te ora" diye uzun karanlık köprü altının ilerisini gösterdiklerinde, çoktan o yöne doğru yürümeye başlamıştık ki, 50'li yaşlarda bizle beraber otobüsten inen bir amcamız "ben de Türkbükü'ne gideceğim gelin benle, arabam şimdi gelir" dediğinde gözlerimizde yanan ışıklarla ağzımınız kulaklarımıza vardığı aptal gülümsememizi keşke birileri resmedebilseydi. Beklenen araba geldiğinde şoför koltuğunda hafif kambur, zayıf, uzun beyaz saçlı biri indi. Anneneyi andıran kişinin, bavulları koymaya yardım ederken yine 50'li yaşlarda bir erkek olduğu anlaşıldı. Türkbükü'ne varıp da arabadan indiğimizde yüzlerimizdeki aptal gülümseme alaycı bir hal almıştı. Orhan adlı anneanne benzetmemizin ortak olmasıyla kahkahalar patladı, daha ne kahkahalara sebep olacağını bilmeden konuyu kapatıp evimize girdik. İlk geceyi evde yatarak geçiremeyiz diyerek üstümüzü değiştirip çıktık. Türkbükü'ne indik ve işte o büyük hayal kırıklığı sesleri etrafımızdaydı: büyük sessizlik. "Scipahoy" adlı ciks mekan dışında tek bir yerden bile müzik sesi gelmiyordu. Sanki şehrin en cıvcıvlı yerinde değil en sessiz yerindeydik. Minibüse binip Gümbet'e gitmeye karar verdik. Niye verdiysek o kararı. Sanki Gümbet bize göre bir yermiş gibi. olsun ama eğlendik mi eğlendik. Ha tabi değişik bir eğlence anlayışı oldu, o ayrı. Minibüsten minibüse yapılan aktarmalar sırasında Bodrum maceramızın merkezi haline gelen gar muhabbetlerinin ilki, susurluktan sonra yediğim en muhteşem tostla başladı. Gümbette yokuş aşağı yürüyüp bir barda terasa çıktık, oturduk. Gelen garson İrem'e bakıp tam türkçe konuşacakken beni gördü, ingilizce konuşmaya karar verdi. Türkçe cevap vermemle sarsıldığı yüzünden belliydi. Sonrasında gelip muhabbet etmeye çalıştığında aldığı tepkilerden de, tabiri caizse götüne baka baka döndü diğer tursitlerin yanına. Masada muhabbet bile edemeden etraftaki insanları incelerken gözgöze gelip gülüyorduk İrem'le. Bir süre sonra masaya bardağını koyan, uzun boylu, esmerce bir genç belirdi. Konuşmak için kıvrandıktan sonra tabi ki yine ingilizce muhabbete başladı. İrem de ingilizce cevap veriyordu, gencin Türk olduğu o kadar belliydi ki, İrem inatla ingilizce konuşmaya devam etti, ta ki çocuk nerelisiniz diye sorana kadar. İrem Türk diyor çocuk nerdesiniz demiyorum nerelisiniz diyorum diye diretiyordu, masanın diğer ucunda gülmeye başlayan bana bakınca, bir anda, özür dilerim ya arkadaş almana benziyor da dedi bir anda afallamış yüz ifadesiyle beni gösteren el. Tabi sonrasında özür dileyerek ayrıldı. Neden özür dilediğini hala anlamış değilim. Türk olduğumuz için özür diledi?!?! Neyse ardından içkilerimizi tazelemek için gelen barmen -gözümdeki gözlükleri kastederek- öğretmen misiniz diye bozdu. Geçmişte öğretmenlik yaptığım için hiç bozmadan, evet dedim gülümseyerek. "Hmm genç gözüküyormuşsunuz bayaca, kusura bakmayın" dedi ve gitti. Özür dileyenler çoğalıyordu, acaba beni kaç yaşında sanmıştı, ya da her gözlük takanı öğretmen mi sanıyordu, yoksa bütün öğretmenleri gözlüklüydü de bundan mı hafızasında gözlük böyle bir çağırışım yapıyordu hiçbir zaman bilemeyeceğiz tabi ki. O bardan, 1 saat geçmeden sıkılan ikili olarak kalkıp başka yere girelim dedik. İlk denememiz fiyaskoydu, içeri girdiğimizde ki kusmuk kokusuna dayanamayarak çıktık, karşısındaki bara girdik. Dışarıda yer yoktu barda duralım dedik. Barın üzerinde en fazla 17 yaşında, 2 genç kız dans ediyordu. Barın ardındaki genci görmemek için kör ya da sarhoş olmak gerekirdi. Kafasında siyah fötr şapkayla kızları bacaklarından dürterek bunu yapın böyle yapın diye kendince seksapel hareketlerle komut vermeye çalışıyordu. Kızlarda gülerek onu taklit ediyorlardı. Gencin yüzüne gülmemek için bara arkamızı döndüğümüzde tam karşımızda ayağında siyah rugan ayakkabıları, gözünde siyah, yüzünü kaplayan gözlükleriyle, yüzünde bodruma geldiğimiz ilk anki aptal sırıtışımızın aynıyla bize bakıp dans eden diğer genci görüdüğümüzde artık insanların yüzüne gülmekten kaçamayacak kadar sinirlerimiz bozulmuştu. aynı anda verdiğimiz kararla bardaki 10 dakikadan sonra kendimizi yine dışarı attık. Türkbükü'nün sessizliğinden sonra, iğne atsan yere düşmeyecek gümbete gelen ikili, kahkahalarla gümbet'ten kaçıyordu. Ardımızda atılan nağralar, sarhoşluktan ayaklarımızın dibine düşen genç kadınlar, erkekler... Minibüse bindiğimizde hala gülüyorduk ve bir yandan da 2 tombik, hala gardaki tostu konuşuyorduk. Eve dönüp ışığı kapattığımızda yataklarımıza girmiş ama hala çenemize kilit vuramamıştık. Ezan sesini duyduğumuzda "eyvah gün doğuyor sarhoş değiliz uyumamız gerek" diyerek sustuk. Ve ilk günü kahkahalarla bitirdik.