22 Ekim 2010 Cuma

Bakmak ve Bakmak Arasındaki Uçurum


Cumartesiden cumaya evden dışarı hiç çıkmamış bir insan, günler sonra sokağa adım attığında sanki ilk kez dışarı çıkıyormuş gibi hissediyormuş meğer. Ya da ben öyle hissettim. Evden çıktığımda henüz gün doğmamıştı. Minibüste parfüm kokularına boğularak kadıköye indiğimde güneş halen tam kendini göstermese de ışıklarını göndermişti sokaklara. İskeleden kabataş vapuruna şapşal bakışlarla bindiğimde insanlar içeride oturmayı tercih ederken içine bulunduğum haleti ruhiyenin de etkisiyle dışarı çıktık. Önce biraz gazete okumaya çalıştım, baktım olmuyor çevirdim kafamı dışarıya sanki ilk kez İstanbul'a gelmiş, ilk kez vapura binmiş gibi etrafı izlemeye başladım. Haydarpaşa'dan Harem'e inen yokuşun vapurdan gözüktüğünü ilk kez fark ettim. Gün ışığında görememiştim de arabaların farları mı fark etmemi sağlamıştı bilmiyorum. Aklıma bir anda "Solino" geldi. Hayatımda en sevdiğim filmler arasında ilk 10'a girer heralde. Bir sahne vardı orada yaşadığım bu ana dair. Binaların arasına bir açık hava sineması kuruyorlar. Esas kız ve esas oğlan dört duvar arasında otururken kız etraflarındaki binaların renklerini soruyor. Adam cevap veremiyor. Kısacık sahne, neler anlatıyor.. Yürürken etrafımdaki binalara bakmaya başlamıştım filmi ilk izlediğimde, ve neredeyse çoğunun rengini şeklini bilmediğimi fark etmiştim. Bugün de vapurda aynı şeyi hissettim. yokuş bildiğim yokuş, vapur hep bindiğim vapur. O vapurdan o yolu görmek için yapmak gereken tek şeyse... Bakmak. Hep bir yerlere yetişiyoruz, bir şeyler yetiştiriyoruz. Oysa arada bir durup olduğumuz yerden bakmak gerekiyormuş.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder